Bir romanda kusursuzca betimlenmiş bir baklavayı ısırdığınızı hayal edin: yufkanın çıtırtısı, yağın kremsiliği, şerbetin sızıntısı... Gerçek bir tatlıya dokunmadınız, ama ağzınız sulanıyor değil mi? İşte gastronomi edebiyatının büyüsü: mürekkebi lezzete, cümleleri yiyeceğe dönüştürüyor.
Yemek, en temel ihtiyacımız. Ancak edebiyatla buluştuğunda biyolojiyi aşar. Kültüre, hafızaya, isyana ve arzuya dönüşür. Yazı, yemekleri sadece tanımlamakla kalmaz; onları yeniden tasvir ederek basit bir yemek yeme faaliyetini derin, çok duyulu ve son derece insani bir deneyime dönüştürür.
Ziyafetin Kalbi: Kültürel Hikâye Anlatıcılığı
Gastronomi, bir halkın yaşayan arşividir. Tarihi, değerleri, sevinçleri ve travmaları her yemeğe sinmiştir. Edebiyat, bunun en etkili anlatıcısıdır. Terry Eagleton’ın dediği gibi: “Tıpkı dil gibi, yemek de doğa ve kültür arasında sıkışıp kalmıştır.” İkisi de hayatta kalma, aynı zamanda ifade araçlarıdır.
Bir roman, toplumsal sınıfı vaaz vermeden de anlatabilir. Örneğin, Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’i, bir akşam yemeğinin hazırlanması ve tüketilmesi üzerinden savaş sonrası Londra’nın karmaşık hiyerarşilerini ve gizli kaygılarını ustalıkla betimler. Franz Kafka’nın “Açlık Sanatçısı” ise yemeği reddederek, acıyı ve gösteriyi metalaştıran bir toplumu eleştirir. Edebiyatta yemek asla sadece besin değil; bir sembol, bir silah, bir sevgili, bir hayalettir.
Damağın Gücü: Duyusal Hayal Gücü
Gastronomi edebiyatının dehası, duyularımızı hayal gücüyle harekete geçirme becerisindedir. Yetenekli bir yazar, size bir çorbanın lezzetini anlatmakla yetinmez; buharını yüzünüzde hissettirir, kısık ateşteki çıtırtısını duyurur, baharatların kokusunu ve zengin tadını tattırır. Burada “imge”, yazarın en etkili malzemesidir.
Bir çocuk kitabının “iğrenç” sebzeyi komik korkuyla betimlemesi, ya da bir aşk romanının tek bir çileği paylaşırken öpücükten daha güçlü bir yakınlık yaratması... Edebiyat, “yedinci hissimizi” –tatla bağlantılı hafıza ve duyguyu– harekete geçirir. Bir göçmen babaannenin güvecinin betimlenmesi, okuyucuyu kıtalar ötesine götürüp güçlü bir nostalji uyandırabilir. Geleneksel tarifler mutfaklardan silinse bile, bir kitabın sayfalarında canlı kalabilirler.
(Devamı gelecek ay: “Kahkaha, Gözyaşları ve Tabular: Topluma Bir Ayna Olarak Yemek” başlıklı ikinci bölümümüzde, edebiyatın yemek aracılığıyla toplumsal eleştiri yapma ve bizi aynaya tutma gücünü inceleyeceğiz.)
Doç. Dr. Murat Doğan
© Copyright 2022 İstanbul Gelişim Üniversitesi Tüm Hakları Saklıdır.