İstanbul Gelişim Üniversitesi (İGÜ), Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) Dekan Yardımcısı ve Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü öğretim elemanlarından Doç. Dr. Murat Doğan’ın yazısı Hotel Restaurant & Hi-Tech Dergisi’nde yayımlandı. Yazı, derginin Kasım sayısında “ Sözcüklerin ve Lezzetin Simyası: Kahkaha, Gözyaşları ve Tabular (Bölüm 2)" başlığıyla yer aldı. İlgili yazıya ait metin aşağıda yer almaktadır
Geçen sayıda, edebiyatın yemekleri nasıl duyusal bir deneyime ve kültürel bir arşive dönüştürdüğünü gördük. Ancak gastronomi edebiyatı, sadece tatlı betimlemelerle sınırlı değildir. En güçlü hallerinde, tabağını toplumun aynası yapar: orada kahkahalar, gözyaşları ve tabularla yüzleşiriz.
Yemek Masası: Savaş Alanı mı, Barış Köşesi mi?
Edebiyat, yemeğin toplumsal güç dinamiklerini açığa çıkarmada usta bir araçtır. Sosyolog Pierre Bourdieu’nün de vurguladığı gibi, yemek tercihlerimiz sınıfımızı, eğitimimizi ve kimliğimizi yansıtır. Bir karakterin lüks restoranda menüyü okurken hissettiği gerginlik ya da bir göçmen annenin ev yapımı yemeğine duyduğu gurur, o insanın dünyadaki yerini ciltlerce anlatır. Türk edebiyatında çay, nadiren sadece bir içecektir; misafirperverliğin, sohbetin ve ulusal kimliğin ritüelidir.
Yazarlar ayrıca yemeği birleştirmenin ve ayırt etmenin aracı olarak da kullanır. Ortak bir sofrada paylaşılan ekmek, düşmanları bile barıştırabilir. Tersine, birinin masadan dışlanması veya “yabancı” bir yemeği reddetmesi, derin sosyal çatlakları gösterir. Yemek, sevgiyi ifade ederken aynı zamanda dışlanmayı da sembolize edebilir.
Mizah, Eleştiri ve Modern Takıntılar
Edebiyat, yemekle ilgili modern takıntılarımızı da acımasızca eleştirir. 19. yüzyılda Frederick Accum, gıdalardaki zehirli katkı maddelerini ifşa ederek toplumsal panik yaratmış ve gıda yasalarının doğmasına neden olmuştu. Bugün ise yazarlar, “foodstagramming” (yemek fotoğrafçılığı), aşırı diyet modaları ve lüks mutfak takıntılarını hicivle hedef alıyor. Bu eleştiriler, bize hem gerçek hem de mecazi anlamda “ne tükettiğimizi” sorgulamamızı hatırlatır.
Franz Kafka’nın “Açlık Sanatçısı” gibi eserler, yemeği reddederek toplumun gösteri kültürünü ve bireyin yalnızlığını sorgular. M.F.K. Fisher ise bir omletin yanında hissedilen yalnızlığı ve özlemi anlatarak, yemeğin en kişisel duygularla nasıl iç içe olduğunu gösterir.
Sonsuz Ziyafet: Ruhu Besleyen Lezzetler
Gastronomi edebiyatı, geçici olanı kalıcı kılar. Pişirilip tüketilen bir yemek, bir kitabın sayfalarında sonsuz yaşam kazanır. Hızlı tüketim çağında, bu edebi ziyafetler bize yavaşlamayı, tadını çıkarmayı ve sorgulamayı öğretir. Tabaklarımızı kalori kaynağı değil, tarih, kültür ve duygularla boyanmış tuvaller olarak görmemizi sağlar.
Bir sonraki kitabı elinize aldığınızda, sadece sözcükleri okumayın. Koklayın. Tadını çıkarın. Çünkü en doyurucu yemekler, çoğu zaman zihnimizle tükettiğimizlerdir.
Bu yazı dizisinin ilk bölümü, edebiyatın yemekleri nasıl duyusal ve kültürel bir deneyime dönüştürdüğünü ele alıyordu. Bu bölümle birlikte, “Sözcüklerin ve Lezzetin Simyası” serimizi tamamlamış olduk.
Doç. Dr. Murat Doğan