Sinema ve televizyon sektörü, son yıllarda hem pandemi koşulları hem de sayıca artan dijital platformların etkisiyle bir değişim sürecinden geçmektedir. Seyir deneyimi, üretim koşulları, yapım dağıtım dinamikleri gibi pek çok alandaki etkisinden söz edebileceğimiz bu değişim sürecinin, sinema salonlarına ve sektörün üreten kesimine ne şekilde bir etkide bulunduğunu, İstanbul Gelişim Üniversitesi (İGÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) Radyo Televizyon ve Sinema bölümü öğretim görevlisi ve yönetmen Kerem Yükseloğlu yorumladı.
Sinema salonlarının kapalı olduğu bu dönemde, dijital platformlar sinema için ne ifade ediyor?
-
Şüphesiz ki her sinemacı filminin izleyici ile buluşmasını ister. Bu noktada dijital platformlar, evlere kapandığımız bu dönemde hem izleyen hem de üretenler için alternatif bir buluşma noktasından sıyrılıp tek alan halini aldı diyebiliriz. Tabii bu durum güzelliklerin yanı sıra, çeşitli soruları da beraberinde getiriyor: Dijital platformlar ve televizyon gerçekten bir sinema halini alabilir mi? Bu konuda değişken fikirlere sahibim ve kararsızım. Sinemanın teknolojik imkanlarını bir kenara bırakıp sosyal özelliğiyle ilgili konuşmak istiyorum. Sergileniş şekli eserin etkisinde çok büyük bir paya sahiptir. Mona Lisa başlı başına büyük bir eser ancak onu bir kartpostaldan görmekle Louvre Müzesi’ne gidip görmek arasındaki fark kıyaslanamaz bile. Ya da bir futbol maçını stadyumdan seyrederken yaşadığımız heyecanla ekran başında seyrederken duyduğumuz heyecan aynı olabilir mi? Bir sinema salonunda yüzlerce insan bir araya gelip aynı heyecanı, aynı gerilimi, aynı hazzı kısacası aynı duyguyu bir arada yaşıyor. Sinema gerek üretim gerekse sergileniş şekli itibariyle sosyal bir sanattır. Yüzlerce insanın bir arada çalıştığı ve seyrettiği eserlerin bir multimedya dosyası halini alması can sıkıcı. Ancak buna rağmen dilediğimiz filme dilediğimiz anda ulaşma lüksünün büyük bir nimet olduğu gerçeğini de yadsımamamız gerekiyor. Romantizmi bir kenara bırakacak olursak; bir filmin ulaşılabilir olması, ayrı ayrı da olsa izleyici ile buluşması özellikle içinde bulunduğumuz şu kaotik dönemde hayli öneme sahip. Kısacası; dijital platformlar her anlamda hepimiz için büyük bir şans. Sadece sinemanın kendine özgü sosyalleştirebilme özelliğini özlüyoruz elbette. Burada da karşımıza yeni sosyallik kavramı çıkıyor ancak bu bambaşka bir tartışma konusu.
Dijital platformların film izleme alışkanlıklarını değiştirdiği göz önünde bulundurulduğunda, pandemi sonrası, sinema salonlarının bu değişimden nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz?
-
Pandemi en çok eğlence ve sanat sektörüne zarar verdi desek abartmış olmayız herhalde. İnsanları bir araya getirme amacıyla var olan ve amiyane tabirle hammaddesi insan olan bir sektörden bahsediyoruz. Birçok sahne, birçok salon ve birçok mekan, ayakta kalma mücadelesi verdi. Pandemi sebebiyle çoğu alışkanlığımızı hatta yeteneğimizi kaybettik. Eskiden keyif alınan aktiviteler bugün bir gerilim unsuruna dönüştü. Yüzlerce insanla bir arada yolculuk eder, bir arada yemek yer, yürür ve eğlenirdik… Bugün üçten fazla insan bir araya geldiğinde tarifi mümkün olmayan haklı bir gerilim doğuyor. Yarın her şey normale dönse, dilediğimiz gibi sokaklara çıkabilsek bile o yetiyi kazanmamız biraz zaman alır diye düşünüyorum. Hal böyle olunca sinemaların ve diğer kültür sanat mekanlarının dolması biraz vakit alacak. En azından eski güven ortamı sağlanıncaya dek bekleyeceğiz gibi görünüyor. Salonların kapanması inanılmaz üzücü bir olay. O salonlarda hepimizin anıları, hatıraları var. Rexx ile beraber anılar da tarihe karıştı. Her ne kadar umutlu olmak gerekse de gerçekçiliği de elden bırakmamalıyız. Hepimizi zor günler bekliyor, mevcut zor günleri atlattıktan sonra yaralarımızı daha hızlı sarabilmemiz adına hazırlıklar, planlar yapmak zorundayız. Ama şu da bir gerçek: er ya da geç insanlar salonlara dönecekler. Bugün her ne kadar çeşitli sebeplerden ötürü uzak kalınsa da salonda film seyretme, birlikte bir eylem içinde bulunma tutkusundan kolay kolay vazgeçilebileceğini düşünmüyorum. Sinema, tıpkı Platon’un mağara alegorisinde bahsettiği gibi başka bir gerçekliğe, başka bir dünyaya geçiş yapma imkanının bulunduğu nadir alanlardan biri. O nedenle sinema salonları tüm dünyayla beraber geçirdiği zor günlerin ardından yeniden dolmaya devam edecektir. “Sinemaya gitme ritüeli” ve bu ritüelin yarattığı heyecandan vazgeçmek ne mümkün?
Son yıllarda hızla çeşitlenen dijital platformlar genç yönetmenler ve senaristler açısından ne anlama geliyor? Böyle bir sektörel alanın oluşması ve bu alanların çeşitlenmesi, dezavantaj mı yoksa umut verici bir gelişme mi?
-
Mecraların çoğalması elbette çok güzel bir gelişme. Yönetmenler filmlerini çekmek için bin bir güçlükle mücadele ettikten sonra filmi gösterebilme derdiyle baş başa kalıyor. Bağımsız filmleri gösteren salonlar ayakta kalma mücadelesi verirken ana akım filmleri gösteren salonlar ticari kaygılarından ötürü bağımsız filmlere daha az zaman / mekan ayırıyor. Bağımsız filmler de festivaller dışında bir gösterim alanı bulamıyorlar. Artan dijital mecralar filmi izleyiciyle buluşturma imkanı sağlıyor. Aynı zamanda elinde senaryosu olan, bahsettiğim kaygılardan dolayı harekete geçemeyen sinemacılara da cesaret aşılıyor diyebiliriz. Ancak burada karşımıza dijital platformların değiştirmeye başladığı film izleme alışkanları çıkıyor. Alternatifin bu kadar bol olduğu bir zamanda üretilen işler izleyiciyle nasıl buluşacak? Dijital platformların “tozlu serverlarında” bekleyecek mi? Daha doğrusu o filmi izleyiciye ulaştırabilmek adına nasıl bir strateji belirlememiz gerecek? Diyelim ki izleyiciyle buluştuk, onların filmi kapatıp başka bir filme geçmelerini engellemek için ne yapmamız gerekecek? Belki de ileride filmin içeriğinden çok pr’ı ile ilgili çalışmalar göreceğiz. Bugün “bu film güzel değil pr sayesinde çok izleniyor” miti kanıtlanır belki kim bilir. Çeşitlilik, hiç olmadığı kadar fazla ve elimizin altında. Hiçbir dönemde bu kadar fazla alternatife bu kadar kolay ulaşamamıştık. VCD ya da DVD aldığımız zaman o filmi seyretmek zorundaydık, çünkü evden çıkıp değiştirmeye gitmek hem maddi hem de manevi olarak külfetliydi. Şimdiyse, tek tuşa dokunarak yeni bir film açabiliyoruz. Ve binlerce filmin arasından gerçekten çok sevebileceğimiz filmleri kaçırabiliyoruz. Bulmakta zorlanıyoruz. Filmleri hızlandırarak seyredip, yeri geldiğinde ileri sarabiliyoruz. Bu da yönetmenin bütün stratejisini alt üst edebilir. Çekilen sahneler, sahnelerin tempoları, duyguları izleyicinin kontrolüne bırakılıyor aslında. Evet platformların, mecraların çoğalması umut verici bir gelişme. Ancak bu artışı doğru analiz etmeli ve planların o doğrultuda yapılması gerekmektedir. Sonuç olarak her yeni mecra kendi izleyicisini ve kendi kanunlarını yaratır. Değişime ayak uydurabilmek, ileri görüşlü olmak ve perspektifi genişletebilmek adına çok çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde on binlerce alternatif olsa bile değerlendiremeyiz.
Öğr.Gör. Kerem Yükseloğlu’na değerli cevapları için teşekkür ederiz.