Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Bölüm Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Rabiya Saltik, yeni medya ve insan ilişkisine yönelik sorularımızı yanıtladı:
-
Tezleriniz, yayınlarınız ve yapmış olduğunuz diğer çalışmalar doğrultusunda çalışma alanınızı nasıl tanımlarsınız?
Çalışmalarımı çok genel bir ifadeyle, yeni medya teknolojileri ve bu teknolojik süreçlerin insan hayatına etkileri şeklinde tanımlayabilirim. Yeni medya teknolojilerinin her geçen gün çeşitlendiği, deneyimlerin dönüşmeye başladığı bir ortamda güncel pratikleri ve bu pratiklerin özne ve toplum yaşantılarına etkilerini tartışmak giderek önemli hale gelmektedir. Şimdiye dek gerek tez çalışmalarımda gerek de tamamlamış olduğum bilimsel araştırmalarda yeni medya teknolojileriyle ilgili olarak siber psikolojiyi, dijital ortamda kolektif ve kültürel hafızayı, sanal mecralarda postmodern özne deneyimlerini, siber alanda ayrıştırıcı ve ötekileştirici söylemlerin var olma biçimlerini ve daha pek çok çalışmayı ele alma fırsatı buldum.
-
Sosyal medya kullanımının üniversite öğrencileri üzerindeki etkisini nasıl yorumlarsınız?
Sosyal medya kullanımının üniversite öğrencileri üzerindeki etkisine hem olumlu hem de olumsuz çerçeveden pek çok şey söyleyebilirim. Gündemi yakalamak, olan-bitenden haberdar olmak için sosyal medyadan daha hızlı bir mecra düşünemiyoruz ve pek çoğunun konvansiyonel medyayı takip etmediğini bildiğimiz üniversite öğrencilerinin de sosyal medyayı enformasyon edinme amaçlı kullandıklarını söyleyebilirim. Bu, bazen gündeme dair bir enformasyon olabilirken bazen ise bir ilgi alanının ya da uzmanlığın derinliklerine inmek şeklinde fayda sağlayabiliyor. Konvansiyonel medya ne yazık ki kişisel ilgi alanlarına çok sınırlı biçimde girebiliyor. Sosyal medya ise öğrenciye doğrudan deneyime dayalı videolarla filmini nasıl gerçekleştirebileceğini gösteriyor, sevdiği yönetmenin filmlerindeki ayrıntıları gösteren vlogları sunuyor. Öte yandan, tüm bu faydalarına rağmen sosyal medyanın üniversite öğrencilerinden pek çok şeyi götürdüğünü de ifade etmek gerekir. Çok fazla kişiselleştirilmiş ekran deneyimine maruz kalıyoruz ve ilgi alanlarımıza göre şekillenen akışımız bizi hep aynı suyun içinde yüzmeye mahkûm ediyor. Kendimiz gibi düşünen, kendi ilgi alanlarımıza sahip insanlarla hepimiz aynı içerikleri okuyor, aynı şeylere gülüyor veya aynı şeyleri öğreniyoruz. Dolayısıyla okyanusun içinde olduğumuzu düşünürken aslında bir havuzun içinde kulaç atıyoruz. Öte yandan çok hızlı bir biçimde gündemin değiştiği, görselliğin giderek önemli hale geldiği bu mecralara alışan öğrenciler hiçbir şeye uzun süre katlanamıyor. Çünkü dijital medya onları sürekli bir yeniliğe, anlık beliren ve hızla değişen görüntülere alıştırmış durumda. Hal böyle olunca bu öğrenciler 40-50 dakikalık kesintisiz derslerde hocasını dinlemekte zorlanıyor, ciddi konsantrasyon sorunları yaşıyor ya da önerilen kitapları okumuyor. Israrla öğrenmesi gereken bir konu olduğunda da vaktini almadan ona istediği hap bilgiyi sunacak arama motorlarına ya da yapay zekâ modellerine yöneliyor. Artılar ve eksiler üzerinden bakılacak olursa terazinin ağır basan tarafının eksiler olduğunu söyleyebiliriz.
-
Dijital platformların sayısız içerik barındırmasının izleyiciler üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Dijital platformlarla birlikte izleme deneyimlerimiz çok başka bir noktaya geldi. Konvansiyonel medyada takip ettiği dizinin bir sezonunu aylara yayılan bir süreçte izleyebilen izleyiciler dijital platformlarda tüm sezonu bir gecede bitirebiliyor. Aşırı izleme, maraton izleyiciliği gibi kavramlarla ifade edilen bu izleme biçimi bir tür yeme bozukluğu gibi bünyeyi ele geçirebiliyor. Dijital platformlarla birlikte izleme deneyimlerimiz “fastfoodlaşma” sürecine tabii olmuş durumda. Üstelik bu mecralar senin arzu ettiğin ya da daha önce severek izlediğin türde yapımları kişiselleştirilmiş ekranın üzerinden önererek bu izleme bozukluğunu destekliyor. Çok fazla insandan şunu duyabiliyoruz: “Hiç beğenmedim ama diziyi bitirdim.” Dolayısıyla bu izleme pratiğinde arz-talep dengesini karşılamak üzere sürekli bir güncelleme yapılması gerekiyor. Hal böyle olunca da senaryolar giderek özensizleşiyor, düşük bütçeyle kısa sürede tamamlanmış kötü hikâyeler ardı ardına sunuluyor ve pazar için üretim ideolojisi tüketim toplumunun varlığıyla sonuçlanıyor.
-
Yeni medyanın geleceğini nasıl öngörüyorsunuz?
Yeni medyanın geleceğini artık yapay zekâda aramak gerekiyor. İnternetin icadı iletişim alanında bir devrim sürecini başlatmıştı. Yapay zekânın da tıpkı internetin icadı gibi bir devrim olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Bilimden sanata, iş gerekliliklerinden kişilerarası ilişkilere, politikadan pazarlamaya kadar her alanda tahminim o ki yapay zekâyı konuşuyor olacağız.
-
Dijitalleşme, yeni medya araçları, sosyal medya vb. gibi yeniliklerin ötesinde yapay zekânın tüm bu alanlar özelinde nasıl bir etki yaratacağını düşünüyorsunuz?
Bilimden, sanata, iş istihdamından duygusal ilişkilere kadar her alanda yapay zekânın etkilerini görebileceğimiz bir toplumsal düzleme doğru ilerliyoruz. Yapay zekâ toplumunda kesinlikle insanın rolü değişecek ve her alan kendini yapay zekâya göre yeniden tanımlamak zorunda kalacak. Örneğin sadece yapay zekâ ile hazırlanmış filmler olağan hale gelecek ve hayatta olmayan bir Hollywood oyuncusunu, tamamen yapay zekâyla oluşturulmuş bir prodüksiyonun içinde belki başrol olarak izleyebilir olacağız. Bu ve bunun gibi birçok örnek verilebilir. Fakat yapay zekâ toplumunun insana ihtiyacın kalmadığı bir toplum olarak tanımlanamayacağını söylemek gerekir. O toplumsal düzleme eriştiğimizde en yetkinlerimiz yapay zekâyı kendi alanları dâhilinde etkin biçimde kullanabilenler olacak. Dolayısıyla daha bugünden yapay zekâ okuryazarlığı olarak adlandırabileceğimiz kavramın üzerine gidilmesi gerekir.